Hamlin′in Kuyusu

1863 senesinde kurulduğunda, Robert Kolej’in bütün yükü Cyrus Hamlin adında çalışkan ve azimli bir adamın sırtındaydı. Dr. Hamlin, okulun yöneticiliğini yapmakla kalmıyor, o zaman henüz inşa halinde olan kampüste işçilerle birlikte çalışıyor, sabahları her işini bırakıp öğrencilerle beraber kahvaltı ediyor ve gerektiğinde resmi işleri halletmek üzere bazen saraya kadar uzanan görüşmeleri yürütüyordu.

1869 senesine gelindiğinde, Cyrus Hamlin Bebek’te bir efsane haline gelmişti. Herkes Hisar sırtlarında yükselen binadan bahsediyordu. Söylendiğine göre inşaatın bir planı bile yoktu. Her şey Hamlin’in kafasındaydı. Bölgede yaşayanlar, Hamlin’in kollarını sıvayıp Hisar ile Bebek arasında mekik dokuyuşunu şaşkınlık içinde izliyorlardı.

Hamlin kampüsten pek ayrılmazdı. Fakat ona ulaşmak her zaman mümkün değildi. Çünkü arada bir ortadan kayboluyordu. Onu arayanların bilmediği şey, çoğu kez su pompasını tamir etmek için okulun kuyusuna inmiş olduğuydu. Mektuplarında yazdığına göre, okulun su kaynağı olan bu derin kuyuya defalarca inip çıkmıştı.

Kuyunun yosunlarla kaplı yüzeyini ve keskin kokusunu önceleri çok yadırgarken, zamanla bu duruma alışmış ve orada rahat eder olmuştu: “Kuyuya ilk bir kaç seferinde bir halat yardımıyla indim. Sonra baktım ki olmuyor, bir ip merdiven sallandırdım. Artık orada oturma odamızda olduğum kadar rahatım. Kuyudan tepeden tırnağa sarı balçığa bulanmış bir halde, üzerimden sular akarak çıkıyorum. Sonra şöyle bir temizlenip Galler Prensi’nin İngiliz Sefareti’nde verdiği resepsiyona gidiyorum.”*

Belli ki Hamlin, bu ikili hayatı gayet güzel idare ediyordu. Sefaretteki resepsiyonda dünya meselelerine dair konuşan adamla, ondan birkaç saat önce bir kuyunun dibinde sessizce düşünen kişi aynı insandı. Hamlin, bir yandan sosyal hayatın gereklerini yerine getirirken, bir yandan da kafasında işleri tanzim etmek ve belki de yeni projeleri tasarlamak için kuyunun derinliğine sığınıyordu.

Cyrus Hamlin’in sıra dışı bir adam olduğuna hiç şüphe yok. Onun dinmeyen merakının ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirme arzusunun önünde pek az şeyin durabildiğini biliyoruz. Ancak öyle görünüyor ki bu ilginç adam, tutkulu ve heyecanlı kişiliğinden bir parçayı geride bırakmış, onu tutup kendi elleriyle ördüğü okul duvarlarının harcına karıştırmıştı.

Bugün kampüsteki ilk tuğlaların yerleştirilmesinin, yani şu anda I. Erkek Yurdu olarak kullanılan Hamlin Hall’un inşa edilmesinin üzerinden neredeyse yüz elli sene geçti. Hamlin Hall’dan sonra başka binalar da yapıldı. Biz hâlâ bu binalarda genç insanları, önlerinde uzanan uzun ve belirsiz bir geleceğe hazırlamak için uğraşıyoruz. Çoğu kez başarılı oluyoruz. Ama Boğaziçi’nin aslında hangi ilkeler üzerinde durduğuna dair pek fazla konuşmuyoruz.

Eğer nasıl bir yer olduğunu sorarsanız, birçok kişi size Boğaziçi’nin Türkiye’deki en iyi üniversitelerden biri olduğunu söyleyecektir. Bu okulun, standardın üzerinde bir eğitim verdiğinden ve mezunlarına toplumda prestij ya da statü sağladığından bahsedecektir.

Bunların hepsi doğrudur. Ancak Boğaziçi Üniversitesi bunlardan ibaret değildir.

Asıl söylenmesi gereken şudur. Boğaziçi Üniversitesi, öğrencilerine ilham veren bir okuldur. Bizim üniversitemiz, bireylerin eğitim almak uğruna hayallerini geride bıraktıkları bir yer değildir. Tam tersine, onların heveslerini kırmayan ve kişisel becerilerini geliştirmelerine meydan veren bir kurumdur. Boğaziçi, her biri yalnızca birer meslek erbabı olan kişiler yerine, hayatı anlayıp onu dönüştürebilecek öğrenciler yetiştirmeyi hedefler.

Bunun içindir ki, Boğaziçi’nde her zaman sürprizlerin varlığı hissedilir. Tam her şeyi öğrendim artık dediğiniz anda, birisi gelip size daha önce gitmediğiniz yerlerin yolunu gösterecektir. Bir derste daha önce hiç duymadığınız bir fikirle karşılaşırsınız. Kütüphanede ufkunuzu genişleten bir kitap okursunuz. Ya da bir kulüp faaliyeti sırasında, o zamana kadar ortaya çıkmamış bir yeteneğinizi keşfedersiniz. Bilginin bir takım detayları üst üste yığıp biriktirmekle değil, çok daha yoğun bir kavrayışla ilgili bir şey olduğunu anlarsınız. Sonra bir de bakarsınız ki, bir fikrin peşinden gitmeye hazırsınız. Hatta aradığınız şeyi gün ışığına çıkarmak için derine çok daha derine inmeyi göze almışsınız.

İşte o zaman Hamlin’in Kuyusu ile tanışmış olursunuz.

Hamlin’in Kuyusu, içine girmeye cesareti olan herkesi biraz balçık biraz yosun ama her zaman büyük bir hazine ile karşılar. Çünkü onunla beraber gündelik hayatın döngüsünden uzaklaşırsınız. Önünüzde yepyeni bir dünya açılır. Yaratıcılığın ve özgür düşüncenin dünyasıdır bu. Kimileri için sanatın, kimileri için bilimin, kimileri içinse soyut tasarıların bulunduğu yerdir. Bir nota sehpasıyla, bir laboratuvar önlüğüyle, ya da bir kitapla başlamış olabilir. Ancak her zaman bir derinlik vaat eder bize. Gerçek bilginin derinliğini.

Boğaziçi Üniversitesi, kurulduğundan bu yana, yani tam yüz elli senedir, hâlâ bilgiye karşı duyulan bu heyecanın, hevesin ve merakın izlerini taşıyor. Bir akademik kurum olarak, sadece topluma faydası olacak bireyler yetiştirmekle kalmıyor, onların hepsini yetenekleri ölçüsünde gelişmeleri ve ilgi duydukları alanlarda derinleşmeleri konusunda yüreklendiriyor.

Üniversitemizin yüz ellinci kuruluş yıldönümünü kutlarken, büyük bir ilham ve azimle inşa edilmiş bu okulun, mezunlarına bir etiketten ziyade, hayatın kendisini anlama ve dönüştürme becerisi kazandırmayı amaçladığını hatırlatmakta fayda var.

Hamlin’in kuyusu fiziksel olarak artık iş görmüyor. Kampüs çoktan şehir suyuna bağlandı.

Ama o kuyunun ilham verdiği eğitim anlayışı Boğaziçi Üniversitesi’nde bugün hâlâ devam ediyor.

 

 

* Marcia ve Malcolm Stevens, Against the Devil’s Current: The Life and Times of Cyrus Hamlin, 361.


Meltem Gürle, Yabancı Diller Yüksekokulu
13 Mart 2013